Eylül ayında ev ve iş yerleri için tavan kira artış oranı %39,62 olarak belirlendi.
Buna karşılık yıllık enflasyon %32,95 seviyesinde. Kira artışları, zaten daralan bütçeleri olan vatandaşlar için büyük bir yük haline geldi.
Bugün 20 bin lira kira ödeyen bir kişi için bu rakam, birçok çalışanın asgari ücretini geride bırakıyor. %39,62 artış sonrası kira 27.924 TL’ye yükseliyor. Düşünsenize, çalışan bir kişi, sadece bir evin kirasını ödemek için tüm emeğinin büyük kısmını harcamak zorunda kalıyor. Bu tablo, asgari ücrete mutlaka bir enflasyon ayarı çekilmesi gerektiğini, aksi halde milyonlarca insanın geçim sıkıntısına mahkum olacağını açıkça ortaya koyuyor.
Asgari ücretle çalışan vatandaşların %3 aylık enflasyon denmesi aylık 650-700 liralık bir kazancının buhar olması demek. Yıllık enflasyona denk hesapladığımızda 7.000 - 8.000 TL arasında bir meblağa denk geliyor. Asgari ücreti her ayın enflasyonuna göre hesaplanması artık gerekli değil mi?
Ancak mesele sadece ekonomik değil. Sokaklarda artan güvenlik sorunları, genç yaşta suç işleyen çocuklar, cinayetler ve artan kriminal olaylar, toplumun huzurunu ciddi şekilde tehdit ediyor. İnsanlar artık sadece kira, fatura ve gıda derdiyle uğraşmıyor; aynı zamanda kendi güvenliklerini, çocuklarının güvenliğini ve mahallelerinin güvenliğini düşünmek zorunda kalıyor.
Böyle bir ortamda mutlu olmak neredeyse imkansız hale geldi. Normalleştirilen şiddet ve güvensizlik duygusu, toplumun ruh sağlığını derinden etkiliyor. İnsanlar sürekli kaygı ve korku içinde yaşıyor. Ekonomik sıkıntılarla boğuşurken bir yandan da güvenlik endişesiyle yüzleşmek, yaşamı hem maddi hem de psikolojik olarak dayanılmaz hale getiriyor.
Toplum olarak önceliğimiz açık: Asgari ücretin yaşam maliyetine uygun hale getirilmesi, kira artışlarının kontrollü ve adil bir şekilde belirlenmesi, temel güvenlik ve hukuk düzeninin sağlanması.
Ekonomik adalet ve toplumsal güvenlik sağlanmadan, vatandaşın huzuru ve mutluluğundan söz etmek mümkün değil. Bu şartlar altında, sıradan bir vatandaşın yaşamı sürekli baskı ve belirsizlik içinde geçer. Devletin asli görevi, bu baskıyı hafifletmek ve vatandaşını korumaktır. Aksi halde ekonomik krizler ve toplumsal güvensizlikler birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşür ve toplumun tamamı, hem maddi hem de manevi olarak yıpranır.







